BETHSFIELD– BETHSSTONE.LOVE

Uzun, uzun zaman önce, daha fotoğraflar deklanşörlü makinalarla çekilip gümüş tuzu banyolarında geliştirilirken, Lilibeth adlı küçük bir kız yaşardı. Kızıl saçları vardı ve ayaklarını yere vurmayı severdi. Ele avuca sığmaz bir kızdı.

Bir gün ciddi bir hastalık geçirdi ve uzunca bir zamanı renovasyona ihtiyacı olan devasa ve kirli bir hastanede kapalı olarak geçirmek zorunda kaldı. Hastanedeki her şey lime lime idi. Boyalar duvarlardan soyuluyordu. Asansörler ürpertici ve gıcırtılıydı. Gözlüklü küçük kızın orada birlikte güleceği veya vakit geçireceği kimsesi yoktu, ancak kendisi hiçbir şeyden kolay kolay korkmayan bir kız olduğu için geceleri hastane odasından gizlice kaçardı. Karanlık koridorlardan geçerken eğer aletleri olsaydı orada tamir edebileceği şeyleri düşünmeyi severdi- bütün vidaları sıkardı, duvarlardan sarkmakta olan fayansları yapıştırırdı, ve badana yapardı.

Aradan yıllar geçtikten ve Lilibeth güzel bir genç kıza dönüştüğünde, doktorlar onu iyileştirmenin bir yolunu bulmuştu. Eve dönebilir ve tekrardan okula başlayabilirdi. Çok akıllı ve terbiyeli bir genç hanımefendiye dönüşmüştü.

Kaybettiği bütün zamanı telafi etmek istiyordu- gayretli bir öğrenciydi ve okuldan sonra kendine eski bir çift fitilli kadife pantolonun kumaşından bir çanta dikti. Çok güzel, bir sürü gözü olan ve Lilibeth’in cüzdanı için ayrılmış özel bir yeri olan bir çantaydı.

Lilibeth, ya da Beth, artık böyle hitap etmemizi istediği için (artık büyük bir kızdı o), aynı zamanda fotoğrafçılıkla ilgileniyordu. Fotoğraf makinesinin parçalarının nasıl birleştirildiğinin, düğmeleri ve tuşların görüntüyü odaklayıp odaktan çıkaracak şekilde yeterli ışıkla nasıl ayarlandığının, ve karanlık oda ismi verilen bir yerde çeşitli banyolarda fotoğrafların nasıl geliştirildiğinin öğretildiği bir okula kaydolmuştu.

Bu gizemli şeyleri öğrendiği derslerin birinde Chris isimli bir oğlanla tanıştı. Chris her zaman gülümsüyordu ve içinde bir harita olan sırt çantası vardı. Chris dünyayı gezmenin hayalini kuruyordu.

O günden itibaren, Beth ve Chris her yere birlikte gittiler. Beth dikiş makinesinde Chris’in fotoğraf makinesi için bir askı dikti. Birlikte eski fabrikaları keşfe çıktılar, atık tepelerine ve yüksek fabrika bacalarının en tepesine tırmandılar. Kimsenin ne zaman olduğunu bilmediği bir noktada aşık oldular ve bir düğünü karşılayamayacak olsalar da evlenmeye karar verdiler. Beth kendine bir gelinlik dikti ve arkadaşları düğün hazırlıkları için onlara yardım ettiler.

Beth içinde çeşitli hazineler bulunan kullanışlı çantasını hiç yanından ayırmazdı. Mesela, düğün günlerinde arabanın sinyal lambalarından biri düştü ve Beth hemen çantasından çıkardığı vidalar ve tornavida ile onu tekrar arabaya sabitlemeyi başardı.

Beth’in çantası temiz ve düzenliydi. İçinde hiç bir zaman çöp olmazdı ama içinde fayansları duvara yapıştırmak için kullanılabilecek, ya da arkadaşlara dağıtılabilecek yedi adet sakız vardı. Aynı zamanda dört adet yazma gereci vardı- bir dolmakalem, bir tükenmez kalem, bir kalem kapağı ve evlilik cüzdanlarını imzaladıkları kalem. Aynı zamanda yedi metrelik bir ip vardı, acil durumlar için.

Çok mutlulardı ve sürekli taşınıyorlardı.

Dünyada ne zaman ilginç bir şey yaşanıyor olsa, Chris hemen haritasında buranın yerine bakar ve ikisi olayı araştırmak için derhal işe koyulurlardı. Fotoğraf veya video çekerler, ve topladıkları bütün malzemeleri televizyonlara veya gazetelere yollarlardı. Hatta istedikleri yerlere çabuk varabilmeleri için Chris uçmayı bile öğrenmişti. Yolculuklarında hep ilginç insanlarla tanışır ve onları evlerine davet ederlerdi. Bir çadırda uyumayı ve kamp ateşi etrafında gitar eşliğinde şarkı söylemeyi seviyorlardı.

Beth her zaman beklenmeyene hazırlıklıydı. Çantasının ikinci gözünde bir fener, 9-volt pil, bir dikiş seti (Chris’in sırt çantasının yırtılması ihtimaline karşı), bir mezura, üç tane kağıt makası, dört pamuk topu ve kamp yaparken hep ihtiyaçları olan bir kalem görünümlü bıçak vardı.

Maalesef Beth ve Chris’in çocukları yoktu bu yüzden günü geçirecek şekilde yaşıyorlardı. İçinde bir sürü ilginç şey olan çantasında, Beth’in bozuk ve kağıt paralarını koyduğu cüzdanı için özel bir gözü vardı.

Bir gün, evden çok uzaklardayken Beth ağır hastalandı ve o günden itibaren hep yatakta olmak zorunda kaldı. İşin doğrusu, Beth ile birlikte bütün dünya hastalandı ve insanlar birbirlerini ziyaret edemez, ya da kamp ateşinin etrafında gitar eşliğinde şarkı söyleyemez oldular. Bunun yerine, Beth’e yolladıkları mektuplar ve kartlar ile hayatlarını ve yaşadıkları maceraları anlattılar. Chris yatakta uzanmakta olan Beth’e bütün yazışmaları okudu ve mektupların veya kartların dünyanın neresinden geldiklerini çantasından çıkarıp açtığı haritası üzerinden gösterdi.

En önemlisi, ikisinin de bir dakikalığına bile, espri anlayışlarını kaybetmemiş olmalarıydı. Yatağa bağlı olsa da, Beth sürekli garip işler yapıyordu. Beth, tüm uzatma kablolarını tamir etti ve onları dikiş makinasına dikti. Gücü onu hayal kırıklığına uğrattığı zaman gidip cüzdanında biriktirdiği tüm parasını kullanarak büyük bir toprak parçası satın almaya karar verdi. İnternet üzerinden biraz toprak arazisi almayı başardı, ama sürekli daha da güçsüzleştiği için asla gidip araziyi kendisi göremedi. Hastalığı hakkında düşünmekten kaçınmak için o ve Chris araziyi nasıl kullanacakları ve üstüne ne inşa edecekleri hakkında planlar yapmaya bile başladı. Arazi için güzel bir isim bile düşündüler - BETHSFIELD.

Ne yazık ki, Beth asla kendi toprak parçasını göremedi.

Ama Chris haritasını aldı ve tıpkı eskiden Beth ile birlikte yaptıkları gibi hemen yola koyuldu, fakat bu sefer tek başınaydı. BETHSFIELD’a gitti. Karısının değerli çantasını üç söğüt ağacıyla çevrelenmiş büyük bir taşın altına gömdü. Beth’in eskiden çantasında taşıdığı farklı eşyaların sayılarını tam olarak hatırladı. Sayıları, ona haritada açılar, dakikalar ve saniyeler şeklinde bir koordinat oluşturacak şekilde özel bir sırayla hatırladı: 51*07'47”N i 19*33'41”E.

Beth ve Chris’in arkadaşları, Beth’in çantasının gömülü olduğu taşın etrafına ağaçlar ve çiçekler diktiler. Taşın etrafında zarif, büyülü bir koru büyüdü. Ağaçların meyvesi enfes pudingler, reçeller, şaraplar ve likörler yapmak için kullanıldı. Korunun özel bir yeri kamp ateşi yapmak için seçildi, böylelikle insanlar tıpkı Beth’in önceden yaptığı gibi gitar eşliğinde şarkı söyleyebileceklerdi. Bu güne kadar, arkadaşları hala orayı ziyarete gidiyorlar, ve kamp ateşinin etrafında oturdukları zaman arada sırada Chris’in Lilibeth’i unutmadığının bir göstergesi olarak Chris’in uçağının kanatlarını sallayarak kafalarının üzerinden uçtuğunu görüyorlar.

Yıllar geçiyor ve dünya hala değişiyor. Ağaçlar git gide daha da büyüyor ve ağaçların dallarından sarkan salıncaklar gittikçe yükseliyor. Kendini mucizevi bir şekilde ağaçların orada bulan her çocuk, ayaklarının altındaki toprağa gömülü olan Beth’in çantasına koymak istedikleri bir şey düşünüyor. Onlar için zor, beklenmedik bir durumda işe yarayacak bir şey.

Peki ya sen? Sen olsan çantaya ne koyardın?



yazarlar: Elżbieta ve Krzysztof Kusz tercüme: Ipek Tekdemir